Telli Turnam Ne Gezersin Havada?

Slovakya’dan üzerine takip cihazı takılarak serbest bırakılan leylek, toplam 2 bin 600 kilometrelik uçuşun ardından geldiği Mersin’de ateşli silahlı vurularak öldürüldü.

Ülke olarak neden çok gerideyiz, bunun ispatı yukarda alıntıladığım haberde gizli.

Slovakya’da üzerine takip cihazı takılarak serbest bırakılan bir leylek, 2600 kilometre uçuyor. Ve bu güzel kuşun duraklarından birisi de ne yazık ki Türkiye.

Mersin ilinde bu kuş avcılar tarafından vuruluyor ve yaralı bir şekilde ölüme terk ediliyor.

Tüm insanlığın topyekün ve istisnasız olarak YAŞATMAYA odaklanmasını diliyorum. Bu ve benzeri eylemleri yapanların tespitinde ve yakalanmasında tüm vatandaşlarımızın sorumluluk alması gerekiyor.

Türkiye gibi hayvan hakları ihlallerinin bir hayli fazla yaşandığı ülkelerde ise Hayvan Hakları Polisi gibi bir birim kurulmalıdır.

Umarım benzeri olaylari bir kez daha yaşamayız ve tüm kuşlar daha nice 2600 kilometreler uçabilir.

http://www.birgun.net/haber-detay/kus-bilimcilerin-2-bin-600-kilometre-takip-ettigi-leylek-mersin-de-vuruldu-128738.html

Türkiye Baroları Hayvan Hakları Kurulları Tarafından Hazırlanan Kanun Tasarısı Değerlendirme Metni

Türkiye Baroları Hayvan Hakları Kurulları ve Komisyonları “Kanun Tasarısı Değerlendirme Çalıştayı“, 8-9 Mart 2014 tarihleri arasında Ankara Barosu Eğitim Merkezi’nde gerçekleştirilmişti.

Ankara Barosu Hayvan Hakları Kurulunun ev sahipliğini yaptığı çalıştaya, Adana Barosu, Antalya Barosu, Aydın Barosu, Bursa Barosu, Denizli Barosu Eskişehir Barosu, Gaziantep Barosu, İstanbul Barosu, İzmir Barosu, Kayseri Barosu, Kocaeli Barosu, Manisa Barosu Hayvan Hakları Kurul ve Komisyonlarından çok değerli meslektaşlarımın yanı sıra DOĞÇEV (Doğa ve Çevreyi Koruma, Yaşatma Derneği), Ankara Veteriner Hekimler Odası, Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneğinden temsilciler katılmıştı.

Günde yaklaşık 10 saatin üzerinde, insan üstü bir efor ile çalışmıştık. O daracık vaktimizde hayvanlar için en iyisini yapmak hedefiyle ve azimle, hem tasarıyı eleştiren, hem de hayvan hakları açısından önerilerimizi içeren bir metni hazırladık.

Bu metin daha önce ki yazılarımda belirttiğim üzere TBMM Çevre Komisyonu üyelerine ve sair kurum,kuruluşlara sunulmuştu. Sonuç olarak önerilerimizin bir kısmı dikkate alındı. Alınmayan noktalar açısından hala çalışmalarımız sürmekte.

calistay-metni ni takdirlerinize sunuyorum. Görüş ve önerilerinize açığım.

Metne ulaşmak için tıklayınız .

Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Teklifinin Değerlendirildiği Nihai Çevre Komisyonu Raporu

Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanan ve arzı Bakanlar Kurulu’nca 11/6/2012 tarihinde kararlaştırılan “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile Cumhuriyet Halk Partisi vekillerince hazırlanan Kanun Teklifi, Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal etmiş ve akabinde komisyon raporunun hazırlanması amacıyla TBMM Çevre Komisyonuna tevdi edilmişti.

Tasarı ve teklifin yayımlanması üzerine Türkiye Baroları Hayvan Hakları Kurulları olarak aksiyon kararı almış, sosyal medya ve sair platformlar üzerinden görüşlerimizi sunmuştuk.

Bu görüşlerimizi topyekün bir metin haline çevirebilmek amacıyla da 8-9 Mart 2014 tarihinde Ankara Barosunun ev sahipliğinde Hayvan Hakları Çalıştayı düzenlemiş ve alternatif bir teklif hazırlamıştık.

TBMM Çevre Komisyonunda yapılan toplantılara Ankara Barosunu ve Türkiye Barolar Birliğini temsil etmek amacıyla katılım sağladım. Bu toplantılarda hayvanların doğuştan gelen haklarına saygı duyan, koruyan ve kollayan bir yasanın yapılması için çaba sarfedil. Neredeyse Türkiyedeki tüm barolardan katılımcı meslektaşlarım ile ortak hazırladığımız Çalıştay Teklifini anlattık ve açıkladık.

Toplantılarda bir an için dahi mücadeleden vazgeçmeyerek, hayvanlar için kazanım sağlamaya çalıştık.

Ancak bizlerin TBMM Çevre Komisyonunda oy verme hakkı bulunmadığından, nihai rapor vekillerin oylamalarıyla oluşturuldu. Bir nebzede olsa hatalı ve eksik yanları düzeltmeye katkımız oldu diye düşünüyorum. Hala düzeltilmesi ve değiştirilmesi gereken çok önemli ve acil konular var. Bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz.

TBMM Çevre Komisyonunun nihai Komisyon Raporuna bu bağlantı ile ulaşabilirsiniz.

Görüş ve önerilerinizi yorum olarak paylaşırsanız çok sevinirim.

Kosta Rika’da Hayvanat Bahçeleri Kapatıldı mı?

Hayvan Hakları konusunda birlikte çalıştığımız, çok değerli arkadaşım Burak ÖZGÜNER’in, Kosta Rikadaki hayvanat bahçelerinin kapatılma sürecine dair röportajı konuya ışık tutuyor.

2013 yılının Ağustos ayında CNN tarafından duyurulan habere göre, Kosta Rikada hayvanat bahçelerinin kapatılması planlanıyordu.

O dönem ki Kosta Rika Çevre Bakanı Rene Castro tarafından doğal hayatın korunması için “Kafese Hayır” sloganıyla hayvanat bahçelerinde düzenleme yapılacağı belirtilmişti.

Çevre Bakanı tarafından tarafımca oldukça pozitif bulunan bu beyan ve girişime yanıt olarak Fundazoo adlı hayvanat bahçesi sahibi kuruluş tarafından dava açılmıştı. Açılan dava neticesinde Fundazoo’ya ait olan an José’s Simón Bolívar Hayvanat Bahçesi ve Santa Ana Koruma Merkezinin 2024 yılına kadar açık kalacağı yönünde mahkemece karar verildi.

Aslında bu karar, Kosta Rika Çevre Bakanı’nın söylemlerinde samimi olmadığını da göstermektedir. Zira 2013 yılının Ağustos ayında verilen demeçten bir kaç ay önce, davacı Fundazoo’nun kontratı yenilenmişti. İdari hatalar nedeniyle hayvanların tutsak olarak yaşamasına yol açıldı ancak bu idari hataya rağmen sorumlular durumun gerektirdiği şekilde istifa da etmediler.

Türkiyede ise benzer bir “idari hata” nın yaşanmaması adına sorumluları uyarıyorum. Zira 5199 sayılı yasada yapılması düşünülen değişikliğe dair tasarı ve çalışma metinlerinde Türkiyede yeniden hayvanat bahçeleri kurulmasının önüne geçilmesi planlanıyor. Umarım bu planlama idari hatalara kurban edilmeyecektir.

http://www.sivilsayfalar.org/kosta-rikada-hayvanat-bahcele…/

Evdeki ve Sokaktaki Hayvanlar ve İnsan Yaşamı

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Veteriner Hekimler Derneği ve Ankara Barosu 26 Ocak 2013 günü, Ankara Barosu Eğitim ve Konferans Salonunda “Evdeki ve Sokaktaki Hayvanlar ve İnsan Yaşamı” konulu bilimsel bir toplantı düzenledi. Toplantının açılış konuşmalarında, insanın dünyada yaşayan tek canlı olmadığı, bu yüzden diğer canlıların yaşamlarına saygı göstermek, özellikle kendileri birlikte yaşayan hayvanların haklarına insanların büyük bir özen göstermesi gerektiği vurgulandı. Toplantının en genel amacının kentsel çelişkiler içinde yitip giden ev ve sokak hayvanlarının insanlarca yazılmış ve yazılacak öyküsünün paylaşılması olduğu ifade edildi. Bu genel amaç doğrultusunda, güncel gelişmeler ve hayvan hakları sorununu toplumsallaştırmak ve siyasallaştırmak üzere bir günlük toplantıda dört oturum gerçekleşti. İlk oturumda, hali hazırda TBMM Çevre Komisyonunda olan, İstanbul ve Ankara’da binlerce insanın eylemleriyle itiraz edilen ve çekilmesi istenen 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun tasarısı çeşitli yönleriyle tartışıldı. İkinci oturumda merkezi ve yerel yönetimler ile demokratik kitle örgütlerinin evdeki ve sokaktaki hayvanlara ilişkin yükümlülükleri ifade edildi. Toplantının tartışmalı konularından biri barınaklardaki ve sokaklardaki hayvanların durumu ve alternatif yaşam olanaklarının değerlendirilmesi adlı oturumdu. Son oturumda ise çocukların ve gençlerin eğitiminde hayvanların yeri konularının tartışıldı.

Toplantıya İstanbul Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya, yine İstanbul Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu üyesi Melda Onur, Bursa Milletvekili Necati Özensoy, Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Başkanı Yrd. Doç. Dr. Oytun Şenel, Meliha Yılmaz Doğal Hayatı Koruma Vakfı Başkanı Mine Eren, Osman Gazi Belediyesi Veteriner İlleri Müdürü Aysu Altıkardeşler İlman, Çankaya Belediyesi Başkanlık danışmanı Hüseyin Dede, DOĞÇEV Başkanı Behiye Eryılmaz ve Prof. Dr. Tamer Dodurka, Prof. Dr. Hasan Bilgili, Prof. Dr. Rıfat Miser, Yrd.Doç.Dr. Ertuğrul Uçar, Ankara Barosu Hayvan Hakları Komisyonu üyesi avukatlar Av. Ayça Sümeyra Oruç, Av. Buğcan Çankaya, Av. İlkay Koçak ve eğitimci Uğur Armutçu konuşmacı olarak katıldılar. Toplantıyı izleyenler ve tartışmaya katılanlar arasında çok sayıda hayvan sağlığı ve eğitim bilimleri alanında bilim insanları, veteriner hekimler, eğitimciler ve hayvansever gönüllüler vardı.

Toplantının sonucunda aşağıda ifade edilen konularda görüşlerde genel bir uzlaşı sağlandı:

1.Hükümetin getirdiği 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına ilişkin Kanun tasarısının uluslararası bir norm olarak benimsenen Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesiyle ifade edilen ilkelere uygun olmadığı, hayvanları korumak amacına dönük bir kanunda esasında insanların hayvana karşı korunmasına ve çıkarlarına öncelik verildiği ifade edilmiştir. Tasarıda, hayvanların mal/mülk olarak görüldüğü, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin meşrulaştırıldığı, sahiplerinin değil, belli türlerin “tehlikeli” olarak damgalandığı, hayvanların hangi koşullarda öldürülebileceğinin yer aldığı bir tasarının hayvanları korumaya hizmet etmeyeceği ifade edildi.

2. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun adının “Hayvan Hakları Kanunu” olarak değiştirilmesi ve metnin hayvan haklarına gerekli vurguyu yapacak biçimde, Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesine uygun olarak yeniden hazırlanması bunun için geri çekilmesi, önerildi. Tasarının yeniden hazırlanması sürecinde, demokratik süreçlerin izlenmesi, demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinin dikkate alınması önerildi.

3. “Avrupa’da sokaklarda köpek ve kedilerin olmadığı” belirlemesinden yola çıkarak tasarı hazırlamanın, Osmanlı dönemi ve çağdaş Türkiye’nin insanlarının hayvanlarla kurduğu dostça ilişkiyi görmezden gelmek olduğu belirtildi, kentleşme, mimari ve eğitim süreçleriyle ilişkilendirerek, bu konuda ülkemize özgü yeni modelin arayışında olunması gerektiği ifade edildi. Bu konuda örnek barınak olarak Bursa Osmangazi Belediyesi deneyimi paylaşılmış, ancak barınakların da çözüm olmadığı, yeni bir modelin hayvanların kent insanlarıyla, insanların hayvanlarla ilişkisini geliştirecek ve hayvan sahiplenmeyi artıracak biçimde iyi modellerin geliştirilebileceğine dikkat çekildi. Hayvanlara karşı büyük günahların işlendiği Avrupa’yı taklit etmek yerine hayvanların yaşamından, insan ve hayvanın birlikte yaşamından yana olan ve tarihsel olarak kültürümüze daha uygun modellerin oluşturulabileceği, bu modelde, mahallelerin taşıma kapasitesine uygun sayıda, gönüllülere zimmetlenmiş, aşı ve bakımlarının yapıldığı köpeklerle birlikte yaşama formülünün hayata geçirilebileceği belirtildi.

4. Hayvan Haklarını koruma ve geliştirmenin, başta bütçe sağlamak olmak üzere, ağırlıklı olarak merkezi ve yerel yönetimlerin yükümlülükleri altında olduğu, ancak demokratik kitle örgütleri ile sivil toplum kuruluşlarının ve yurttaşların katılımını sağlayacak bir düzenlemenin yapılması ve sürecin demokratikleştirilmesi gerektiği ileri sürüldü. Bu çalışmaların tamamının merkezi olarak kontrol edilmesine, çok başlılığın ortadan kalkmasına imkan verecek bir “sokak köpeği popülasyon yönetim merkezi”nin oluşturulmasının yararı üzerinde duruldu. Ülkemizde yapılan bir çok
bakımevi koşullarının çok kötü olduğu, gelişigüzel yanlış tasarlanmış fiziki yapıları nedeniyle bakımevlerinin hijyen ve hayvan refahı bakımından uygun olmadığı belirtilmiş, bakımevlerinin daha proje safhasında bu merkezin denetiminde olmasının önemi vurgulandı.

5. Tasarıda, neyi tanımladığı açık olmayan “sahipsiz hayvanlar için önerilen ‘doğal hayat parkları’nın binlerce yıldır insanlarla birlikte yaşamış; evcilleştirilmiş hayvanları “ölüme götüren” ‘tecrit’ yerleri olacağı belirtilmiş ve tasarıdan bu önerinin kesinlikle çıkarılması gerektiği ifade edildi.

6. Tasarının şu an TBMM’de esas komisyon olan Çevre Komisyonunda bekletildiği ancak askıya alınması diye bir şeyin söz konusu olmadığı, öneriler doğrultusunda bir takım değişikliklerin olabileceği belirtilmiş, ancak yetkililerin sözlerinden büyük beklentilere girilmemesi gerektiği anlaşılmıştır. Konuyla ilgili olarak Mecliste bir alt komisyonun kurulması ve vakit varken mümkün olduğunca çok uzmanın dinlenmesinin yararlı olacağı görüşü bir milletvekilimizce ortaya atıldı.

7. Meclis dışında da, uzmanlardan oluşacak bir komisyonun kurulması ve madde bazında önerilerle birlikte çevre komisyonuna iletilmek üzere bir çalışma yapılmasının yararlı olacağı görüşüne varıldı.

8. Trafik kazalarında yaralanan hayvanlarla ilgili olarak trafik sigortalarında gerekli düzenlemeler yapılarak sahipli olsun ya da olmasın yaralı tüm hayvanların hiçbir bedel ödenmeksizin tedavisinin sigorta tarafından karşılanması için tedbirlerin alınması gerektiği ifade edildi.

9. “Kötü köpeğin olmadığı, kötü sahiplerin olduğu” şiarından hareketle tasarıda “tehlikeli” olarak tanımlanan köpekler hakkında yargıların yanlışları, veteriner hekimlerce anlatılmıştır. Ülkemizde bazı köpek ırkları yasaklanırken herhangi bir bilimsel ya da istatistiki bilgiye başvurulmadığı, yapısı birçok açıdan bizden farklı bir ülkedeki yasaklamanın aynısı taklit edilerek büyük bir yanlışın yapıldığı vurgulanmıştır. Seçilen dört ırktan üçünün ülkemizde hiçbir vukuatı olmadığı, oysa Kangal ırkımızın bile ölümle sonuçlanan vukuatlarının kayıtlara geçtiği belirtilmiş, dolayısıyla sadece bu dört ırkın yasaklanmasıyla insanların ısırılmasının önüne geçilemeyeceği bunun yerine sahiplerine yönelik tedbirlerin alınması gerektiği, örneğin “bu hayvanları sahiplenme için, hayvan sahiplerini de kapsayan ruhsat verme”
işleyişinin yaşama geçirilebileceği ifade edildi.

10. Hayvanların “mal” olarak görülerek metalaştırılmasının çeşitli sorunlara yol açtığı ifade edilmiş, petshoplarda hayvan satışının yasaklanması ya da çok sıkı denetlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu konu ile de bağlantılı diğer bir konu, insan ve hayvanlar arasındaki ilişkilerin “fayda” temelinde değil, her iki tarafın ihtiyaçları temelinde olması gerektiği belirtilmiştir. Kanunda da hayvanların “mal” olduğunun ikrarı anlamına gelen “süs hayvanı” ibaresinin kaldırılmasının önemi üzerinde durudu.

11. Sokaklarda, barınak/sığınaklardan hayvan sahiplenmeyi özendirecek tedbirler üzerine tüm hayvan severlerin ve kurumların düşünmesi ve çaba göstermesi önerildi.

12. “Sokak hayvanları sorunu” değil, “sokak hayvanlarının sorunu” üzerinde durulmasının kanunun amacıyla daha çok örtüşeceği belirtildi.

13. Hayvan koruma uygulamasının ve sokaktaki hayvanlarla ilgili tüm çalışmaların veteriner hekimlik alanına girdiği ancak bu hayvanların korunmasıyla görevli bakanlık olan Orman ve Su işleri Bakanlığımızın merkez ve tüm ülke genelindeki taşra teşkilatlarında görev yapan toplam veteriner hekim sayısının 30’u geçmediği, bakanlık personel mevzuatına göre veteriner hekimlerin ilgili daire başkanlığına yükseltilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla hayvan korumayla ilgili karar mekanizmasında veteriner hekimlerin olmayışının önemli bir zafiyet doğurduğu belirtildi. Daha etkin hizmet için Veteriner Hekim, Veteriner Yardımcı Sağlık Elemanı (teknisyen, tekniker) istihdamının artırılması ve bu meslek grubunun bilgi, birikim ve tecrübesinden yararlanmak amacı ile, kesinlikle karar mekanizmasına katılımının sağlanması gerekmektedir. Yıllardır hayvan koruma açısından hiçbir ilerleme sağlayamayışımız ve bu uğurda, plansız programsız trilyonlarca paranın israf edilmesinin, bu işin yönetiminde bazı hataların olduğunu açık şekilde gösterdiği ifade edildi.

14. Evde hayvan beslemenin özellikle çocuk ve gençlerin gelişiminde son derece önemli olduğu ifade edilmiştir. Çocuğun psikososyal gelişiminde, duyguların gelişimi ve çevre ile ilişkilerde, benlik saygısının gelişiminde, sosyal destek sağlamada, sorumluluk ve bağlanma ilişkilerinde çocuk ve hayvan ilişkisinin önemine dikkat çekildi. Evde hayvan beslemenin, benlik saygısını yükselttiği, hayvan sahibi çocukların, hayvanların ihtiyaç beklentilerine duyarlı olduğu ve bu duyarlılığın insanlarla ilişkilerine de yansıdığı ifade edilmiştir. Kişinin kendisi için önemli gördüğü kişilere karşı geliştirdiği duygu olan “bağlanma”nın, evde beslenen hayvanlarla kurulacak eşit ilişkide (eşya, mülk, oyuncak olarak değil) sağlıklı biçimde geliştiği gözlenmiştir. Çocuğun hayvana bağlanmasının 9-10 yaşlarında güçlü olduğu ifade edilmiştir. Özellikle eğitim yaşantıları esnasında, okullarda bu bilgilerin paylaşılmasında, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, merkezi ve yerel yönetimlere yükümlülükler getirilmesi önerildi.

15. Engelli çocuklar ve gençlerin eğitiminde ev hayvanlarının büyük etkisi olduğu bilimsel olarak ortaya konulmuştur. Her okulda bir akvaryumun, kuş yerlerinin, kedi, köpek, ördek, kaz, tavuk vb. hayvanların olmasının önemine işaret edilmiş, aksi halde doğadan kopuk tüketim toplumuna dönüşmenin tehdidi altında tavuk denilince ‘kızarmış piliç’, yumurta denildiğinde de “kolesterol”ün akla gelmesinin engellenemeyeceği ifade edildi.

16. “Köpek giren eve melek girmez” biçimindeki batıl inançların insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini aşmada, Diyanet İşleri Başkanlığının desteğinin alınması önerildi.

17. Meclise sunulan yeni tasarıda yer alan,” evlerde beslenecek hayvanların tür ve sayısının yönetmelik ile belirleneceğine” dair hükmün, mülkiyet hakkının ihlali niteliğinde olduğu ve bu durumun her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 35. Maddesine aykırı olduğu, anılan maddenin aynı zamanda objektif kıstaslardan uzak olduğu ve bu nedenlerle de ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. Maddesine de aykırı olduğu vurgulandı.

18. Tasarının lafzında bulunan uyumsuzlukların giderilmesi için öncelikle tanım kısmında yer almadığı halde “sahipsiz hayvan” kavramından farklı olarak kullanılan “sokak hayvanı” kavramının açıklanması gerektiği ile “sahipli hayvan” kavramının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde net bir tanımının olması gerektiği vurgulandı.

19. “Hayvan Hakları” ibaresinin yanında mutlak surette “hayvan özgürleşmesi” kavramının mevzuatta yer edinmesinin modern hukuk sistemlerinin gereği olduğu, hayvan haklarının aynı zamanda insan tarafından köleleştirilen atlar, sirk hayvanları, tutsak yunuslar ve benzeri işkenceye maruz kalan tüm hayvanları kapsamaları gerektiği vurgulanmıştır.

20. Yapılacak değişikliklerin hayvanların tahliyesi kaosuna çözüm getirir nitelikte olması gerektiği açıkça belirtildi.

21. Hayvana şiddet, eziyet, tecavüz ve her türlü kötü muamelenin derhal ve mutlaka hapis cezasıyla yaptırıma konu edilmesi ile bu hapis cezalarının hükmün açıklanmasının geri bırakılması alt sınırının üzerinde, caydırıcı ve uygulanır nitelikte olması gerektiği, söz konusu bu yaptırım maddesinin olmadığı ve hapis cezalarının uygulanmadığı bir hukuk sisteminin sorunların çözümünde asla yeterli olmayacağı ve ilkel bir sistem olmaktan ileri gidemeyeceği açık bir dille ifade edildi.

22. Sonuç olarak bir günlük toplantının sonucunda, yaşamın düşmanı değilse eğer, İnsanın, kedilerle ve köpeklerle birlikte yaşamanın doğal yollarını aramasının ve bulmasının zorunluluğuna dikkat çekildi.

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanlığı

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanlığı

Veteriner Hekimler Derneği Başkanlığı

Ankara Barosu Başkanlığı

Hayvan Hakları İçin Temel Argümanlar

Ahlaken etkin varlıklar ile ahlaken edilgin varlıklar arasında ayrım yaparak başlamakta fayda var. Ahlaken etkin varlıklar, karmaşık bazı yetilere sahip olan bireylerdir; bunlar arasında en önemlisi de, bir bireyin, ahlaken neyin yapılması gerektiğini belirlemek için tarafsız ahlakî ilkelere başvurabilme ve bunu belirledikten sonra -kendi tasavvur ettiği biçimiyle- ahlakın gerekleri doğrultusunda eylemeyi özgürce seçme ya da seçmeme yetisidir. Ahlaken etkin varlıklar bu yetilere sahip oldukları için, onları eylemlerinden sorumlu tutmak adilcedir – tabii belli bir durumda belli bir şekilde eylemelerine neden olan koşullar aksini gerektirmiyorsa.

Ahlaken edilgin varlıklar, ahlaken etkin varlıklardan farklı olarak, onları eylemlerinden ahlaken sorumlu tutmamızı gerektirecek önkoşuldan, yani kendi davranışlarını denetleyebilme yetisinden yoksundurlar. Ahlaken edilgin bir varlık, bir dizi eylem olanağı arasından hangisini gerçekleştirmenin doğru ya da uygun olduğuna karar vermek için ahlakî ilkelere başvurmak şöyle dursun, böylesi ilkeleri oluşturamaz da. Kısacası, ahlaken edilgin bir varlığın doğru ya da yanlış eylemlerde bulunması söz konusu olamaz. Eylemleri başkalarının esenliğine zarar verebilir elbette – örneğin, başka bir bireyin ciddi ölçüde acı çekmesine, hatta ölmesine yol açabilir. Ayrıca, böyle durumlarda, ahlaken etkin varlıkların bu zararı önlemek için -kendilerini ya da başkalarını korumak amacıyla- zor kullanmaları ya da şiddete başvurmaları gerekebilir. Ama ahlaken edilgin bir varlık, başkasına ciddi ölçüde zarar verdiği zaman bile yanlış bir şey yapmış olmaz. Sadece ahlaken etkin bir varlık yanlış bir şey yapabilir. Bebekler, küçük çocuklar, yaşı ne olursa olsun zihinsel dengesi bozuk ya da zihinsel gelişimini tamamlamamış olanlar, ahlaken edilgin insan bireylerinin paradigmatik örnekleridir. Ceninlerin ya da gelecek insan kuşaklarının ahlaken edilgin varlıklar sayılıp sayılmayacağı ise tartışılmaktadır. Her halükârda, bazı insanların bu şekilde değerlendiriliyor olması, buradaki amaçlarımız için yeterli.

Ahlaken edilgin bireyler, ahlakî değerlendirme açısından anlam taşıyan bazı özellikleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Özellikle önemli olan ayrımlardan biri de şudur: a) bilince ve hissetme yetisine (yani, haz ve acı duyma kapasitesine) sahip olup başka zihinsel yetileri olmayan bireyler, b) bilince, hissetme yetisine ve (inanç, bellek gibi) başka bilişsel ve iradî yetilere de sahip olan bireyler. Bazı hayvanlar ikinci kategoriye, bazılarıysa büyük ihtimalle ilk kategoriye girer.

Bizim asıl ilgilendiklerimiz, ikinci kategoriye giren hayvanlar. Dolayısıyla, bundan böyle ahlaken edilgin varlık kavramıyla, ikinci kategoriye giren hayvanları ve sayılan özellikler itibariyle onlara benzeyen diğer ahlaken edilgin varlıkları kastettiğimiz anlaşılmalı – yani arzuları ve inançları olan, algılayan, anımsayan, bir amaca yönelik olarak eyleyebilen, kendilerininki de dahil olmak üzere gelecek duygusu olan (yani kendinin farkında ya da bilincinde olan), duygusal hayatı olan, zaman içinde gelişen psikolojik-fiziksel bir kimliği olan, bir çeşit özerkliğe (yani, seçim yapma özerkliğine) sahip olan ve yaşantılarına dayalı bir esenliği olan varlıklar. Ahlaken edilgin bazı insan bireyleri bu özelliklere sahiptir. Örneğin, küçük çocuklar ve ahlaken etkin olma vasfı taşımalarına engel olacak bazı zihinsel rahatsızlıkları olmasına rağmen, sayılan özelliklere sahip olan kimseler. Bu yetilere sahip olan bireyler ile sahip olmayanlar arasındaki sınırı nereye koyacağımızı belirlemek çok zor, hatta böyle kesin bir sınır olmayabilir. Ama insanlar söz konusu olduğunda bu soruyu ele alırken benimsememiz gereken yaklaşım ile, hayvanlar söz konusu olduğunda benimsememiz gereken yaklaşım arasında fark yok. Bir insan söz konusu olduğunda bilmek isteyeceğimiz ilk şey şudur: Bu insanın davranışını, hayvanları nitelendiren yetilere (arzulama, inanma, tercih etme vs.) başvurarak doğru bir şekilde betimleyebiliyor ve dar bir anlamda açıklayabiliyor muyuz? Bir insanın davranışını bu terimler çerçevesinde betimleyip açıklayabildiğimiz ölçüde, o insanın ahlaken etkin olma vasfı taşımasını sağlayacak yetilerden yoksun olduğunu düşünmemize yol açan başka gerekçeler olduğunu da varsayarsak, o insanı hayvanlarla eşit derecede ahlaken edilgin bir varlık olarak görmek için yeterli nedenimiz var demektir. Daha önce de öne sürdüğüm gibi, bazı insanlar burada söz ettiğimiz anlamda ahlaken edilgin bireylerdir ve burada “ahlaken edilgin varlık” kavramını kullandığım her yerde, ister insan olsunlar ister insandışı, sadece bu anlamda ahlaken edilgin olan bireyleri (yani, yukarıda saydığımız yetilere sahip olanları) kastediyorum.

Daha önce de söylemiştik: Ahlaken edilgin varlıklar doğru ya da yanlış eylemde bulunamazlar. Bu açıdan ahlaken etkin varlıklardan esaslı bir şekilde ayrılırlar. Ama ahlaken edilgin varlıklar, ahlaken etkin olanların doğru ya da yanlış eylemlerinin sonuçlarına maruz kalabilirler ve bu açıdan ahlaken etkin varlıklara benzerler. Örneğin, küçük bir çocuğun zalimce dövülmesi yanlıştır, ama çocuk kendisi yanlış bir şey yapamaz; aynı şekilde çok yaşlı bir insanın biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak doğrudur, ama o insan artık doğru eylemlerde bulunamaz. O halde, ahlaken etkin varlıklar arasında geçerli olan ilişkiden farklı olarak, ahlaken etkin olanlarla edilgin olanlar arasındaki ilişki, karşılıklılık esasına dayanmaz. Ahlaken edilgin varlıklar, ahlaken etkin olanlar üzerinde tesir edecek hiçbir doğru ya da yanlış eylemde bulunamazlar; ama ahlaken etkin varlıklar, ahlaken edilgin varlıklar üzerinde tesir edecek doğru ya da yanlış eylemlerde bulunabilirler.

DEĞER BAKIMINDAN EŞİT OLAN BİREYLER

Burada savunulan biçimsel adalet yorumu –bireylerin eşitliği olarak ifade edeceğiz- belirli bireylere kendi içlerinde değer taşıyan varlıklar olarak bakmayı gerektirir. Ben bu tarz değerden söz ederken “içsel değer” ifadesini kullanacağım ve bu kavramı ele alırken önce ahlaken etkin varlıklara atfedilen değer üzerine yoğunlaşacağım.

Ahlaken etkin bireylerin içsel değeri, kavramsal olarak, içkin değerlerinden, yani sahip oldukları deneyimlerden (hazlarından ya da tercihlerinin gerçekleşmesinden) farklıdır. İçsel değer, bu ikinci tarzdaki değerlere indirgenemez ve bu değerlerle kıyaslanamaz. İçsel değerin, bir bireyin deneyimlerinin içkin değerine indirgenememesi şu anlama gelir: Ahlaken etkin bireylerin içsel değerini, deneyimlerinin toplam içkin değerine bakarak belirleyemeyiz. Hoş ya da mutlu bir yaşam süren bireylerin içsel değeri, daha az hoş ya da daha az mutlu bir yaşam süren bireylerinkinden daha yüksek değildir. Ya da, daha “incelmiş” tercihleri olan bireyler (örneğin sanat ya da edebiyat beğenisi olanlar) daha yüksek bir içsel değere sahip değildir. Ahlaken etkin bireylerin içsel değerinin, onların (ya da herhangi başka bir bireyin) deneyimlerinin içkin değeriyle kıyaslanamaz olması, iki değer türünün birbiriyle karşılaştırılabilir olmadığı ve birbirinin yerini tutamayacağı anlamına gelir. “Elmalarla armutlar toplanmaz” deyişinde olduğu gibi, bu iki değer türü aynı ölçütlerle ölçülemez. Örneğin, “A kişisinin içsel değerinin içkin değeri ne kadar?” gibi bir soru sorulamaz. Ahlaken etkin bir varlığın içsel değerinin, içkin değerlerin toplamına, o bireyin deneyimlerinin içkin değerine ya da ahlaken etkin bütün varlıkların deneyimlerinin içkin değerine eşit olması söz konusu değildir. Bu nedenle, ahlaken etkin varlıkları içsel değere sahip bireyler olarak görmek, onları salt içkin değerlerin taşıyıcıları olarak görmekten farklı, bundan öte bir şeydir. Bu bireylerin kendi başlarına bir değeri vardır ve bu değer, sahip oldukları ya da yaşadıkları deneyimlerin değerinden ayrıdır, ona indirgenemez ve onunla kıyaslanamaz.

Ahlaken etkin varlıklarla ilgili olarak öne sürülen faydacı görüş, yani bu varlıkların değerlerin taşıyıcısı oldukları görüşü ile içsel değer ilkesi arasındaki fark, bardak analojisiyle daha açık şekilde görülecektir. İlkinde, değerli olan, bardağın içindekilerdir (örneğin hazlar ya da tercihler); bardağın kendisinin (yani, bireyin) hiçbir değeri yoktur. İçsel değer ilkesinde bu duruma bir alternatif sunulur. Bardak (yani birey) bir değere sahiptir ve bu değer bardağın içindekilere (örneğin haz) indirgenemez, onunla kıyaslanamaz. Bardak (birey), değerli olan şeyleri (haz) içerebilir (yaşayabilir), ama bardağın (bireyin) değeri, içindeki değerli şeylerin herhangi biriyle ya da hepsinin toplamıyla aynı değildir. İçsel değer ilkesine göre, ahlaken etkin bireylerin kendi başlarına ayırt edici nitelikte bir değeri vardır.

Faydacı bakış açısında adil muameleyi güvence altına almak için yapılması gereken tek şey, sonuçtan etkilenecek olan bütün bireylerin tercihlerini (hazlarını vs.) dikkate almak ve eşit tercihleri (hazları vs.) eşit olarak saymaktır. Ama ahlaken etkin varlıkların, kendilerinin ya da herhangi başka birinin değerli deneyimlerinin değerine indirgenemeyecek, bu değerle kıyaslanamayacak bir içsel değeri varsa, o zaman onlara nasıl muamele edilirse o muamelenin adil olacağına, yalnızca etkilenecek bütün varlıkların arzularını vs. dikkate alıp eşit şekilde tartarak ve sonra en mükemmel iyi-kötü dengesini sağlayacak seçeneği saptayarak karar veremeyiz. Bunun aksini varsaymak, adil muamaleyle ilgili soruların, ahlaken etkin olan bireylerin değeri göz ardı edilerek yanıtlanabileceğini düşünmek demektir; ama ahlaken etkin varlıkların tümünün eşit içsel değeri olduğu yolundaki görüş çerçevesinde bu düpedüz yanlıştır. Dahası, ahlaken etkin bütün varlıkların eşit içsel değere sahip oldukları düşünüldüğü için, bu varlıklardan herhangi birinin böyle bir değere sahip olması demek, bazısı için uygun görülen adil muamele şeklinin, ırkı ya da örneğin cinsiyeti ne olursa olsun bütün hepsi için geçerli olması demektir. İçsel değer ilkesi uyarınca, ahlaken etkin herhangibir varlığa verilen zararın, etkilenecek bütün varlıklar için en iyi sonuçları doğurduğu gerekçesiyle meşrulaştırılması mümkün olamaz. Böylelikle, ahlaken etkin varlıkların değerlerin taşıyıcısı olduğu anlayışı yerine eşit içsel değere sahip olduklarını kabul ettiğimiz takdirde, eylem yararcılığının sezgilere de ters düşen içerimlerini bertaraf etmiş oluruz.

Bir bireyin içsel değere sahip olmasının yeterli koşulunun canlılık olduğu söylenebilir. Bu yaklaşım, canlılığın gerekli koşul olduğu görüşüne özgü sorunları bertaraf edebilir, ama geçerli sayılabilmesi için sağlam çözümlemelere ve argümanlara ihtiyacı var. Örneğin bir bitkiye, bir patatese ya da kanser hücresine karşı neden doğrudan görevlerimiz olması gerektiği ya da böyle bir gerekliliği hangi mantık çerçevesinde temellendirebileceğimiz açık değil. Ama bunların hepsi de canlı ve içsel değerleri varsa onlara karşı doğrudan görevlerimiz de olmalı. Öte yandan, bu bireylerden oluşan gruplara -yani çayırlara, patates tarlalarına ya da kanserli tümörlere- karşı neden doğrudan görevlerimiz olması gerektiği ya da böyle bir gerekliliği hangi mantık çerçevesinde temellendirebileceğimiz de açık değil. Bu güçlüklere cevaben, canlıların bütününe değil bazılarına karşı doğrudan görevlerimiz olduğu ve sadece bu canlılar sınıfının bireylerinin içsel değeri olduğu söylenirse, o zaman içsel değere sahip canlıları sahip olmayan canlılardan ayıracak bir ölçüt bulmamız gerekir; ayrıca, içsel değere sahip olmanın yeterli koşulunun canlılık olduğu görüşünden de vazgeçmemiz gerekir. Canlılığı içsel değerin gerekli koşulu olarak ele alan görüşte de yeterli koşulu olarak ele alan görüşte de kaçınılmaz bazı güçlükler söz konusu; ahlaken etkin ve ahlaken edilgin varlıkların, canlı olma şeklindeki bu önemli özelliği paylaştıkları muhakkak, ama değindiğimiz güçlükler yüzünden, ahlaken etkin ve ahlaken edilgin bütün varlıkların içsel değere sahip olmasını canlı olmaları gerekçesine dayandırmak son derece zor görünüyor.

İÇSEL DEĞER VE BİR YAŞAMIN ÖZNESİ OLMA KRİTERİ

İçsel değer açısından anlamlı olan ortaklığı canlı olma özelliği şeklinde belirlemenin bir alternatifi, burada bir yaşamın öznesi olma şeklinde ifade edeceğimiz özelliktir. Bu ifadeye burada vereceğim anlam çerçevesinde bir yaşamın öznesi olmak için, salt canlı ya da salt bilinçli olmak yetmez. Bir yaşamın öznesi olan bireyler, inançlara ve arzulara; algılama, hatırlama gibi yetilere ve kendilerininki de dahil olmak üzere gelecek duygusuna; haz ve acı hisleriyle birlikte bir duygusal hayata; tercihlere ve esenliklerini belirleyecek çıkarlara; arzuları ve amaçları doğrultusunda eyleme geçme yetisine; zaman içinde gelişen psiko-fiziksel bir kimliğe; başkalarına sağladıkları yararlardan ya da başkalarının çıkarlarına alet olmalarından mantıken bağımsız olarak, yaşantılarının kendileri açısından iyi ya da kötü olması anlamında bireysel bir refaha sahip olan bireylerdir. Bir yaşamın öznesi olma kriterini yerine getiren bireyler, kendi başlarına bağımsız bir değere -içsel değere- sahiptir ve salt değerlerin taşıyıcıları olarak değerlendirilip muamele göremezler.

Bir yaşamın öznesi olma kriteri, ahlaken etkin varlıklar ile ahlaken edilgin varlıklar arasındaki bir ortaklığa işaret eder. Peki bu ortaklık, her ikisinin de içsel değere sahip olduğu savını mantıken temellendirebileceğimiz, keyfî olmayan bir ortaklık mıdır? Bu soruya verilen olumlu yanıtın gerekçeleri şöyle:

1) Eşit içsel değere sahip oldukları koyutlanan bütün varlıklar arasında bu açıdan anlamlı olan bir ortaklık, böyle bir değere sahip olduğu öne sürülen, ahlaken etkin ve edilgin bütün varlıklara ait bir özellik olmalıdır. Bir yaşamın öznesi olma kriteri, bu gereği yerine getiriyor.Bütün ahlaken etkin varlıklar ve bütün ahlaken edilgin varlıklar, yukarıda açıkladığımız anlamda, başkalarına sağladıkları yararlardan ya da başkalarının çıkarlarına alet olmalarından mantıken bağımsız olarak, kendileri için iyi ya da kötü olan bir yaşamın öznesidirler.

2) İçsel değer, herhangi bir derecelendirmeye izin vermeyen, kategorik bir değer olarak görüldüğü için, içsel değer açısından anlamlı olduğu varsayılabilecek bir ortaklığın da kategorik olması gerekir. Bir yaşamın öznesi olma kriteri, bu gereği yerine getiriyor. Bu kriter, ona uyanların, olumlanan bir yetiye ya da erdeme (örneğin matematik yeteneğine ya da sanatla ilgili erdemlere) sahip olmaları ölçüsünde daha yüksek ya da daha aşağı bir derecede bir yaşamın öznesi olma statüsünde olacağını öne sürmez ya da ima etmez. Bir birey, ya -açıkladığımız anlamda- bir yaşamın öznesidir, ya da değildir. Bir yaşamın öznesi olan bütün bireyler eşittir. O halde bir yaşamın öznesi olma kriteri, ahlaken etkin bütün varlıklarda ve ahlaken edilgin varlıkların burada bizi ilgilendiren bütün bireylerinde ortak olan kategorik bir statünün sınırlarını çizer.

3) Ahlaken etkin varlıklarla edilgin varlıklar arasında anlamlı olacak bir ortaklık, şu soruya yanıt vermemizi sağlamalıdır: Neden ahlaken etkin ve edilgin varlıklara karşı doğrudan görevlerimiz vardır ve neden, bu varlıklar gibi canlılık özelliği taşıyanlar da dahil olmak üzere, ahlaken etkin ya da edilgin olmayan varlıklara karşı doğrudan görevlerimiz olduğuna inanmak için daha az nedenimiz vardır? Bir yaşamın öznesi olma kriteri, bu gereği de yerine getiriyor. Bütün canlılar, açıkladığımız anlamda bir yaşamın öznesi değildir; dolayısıyla bütün canlılar bu kriter doğrultusunda aynı ahlakî statüye sahip değildir; bazılarına (özne olanlara) yönelik doğrudan görevlerimiz varken bazılarına yönelik doğrudan görevlerimiz olmadığı konusunda emin olmamızı sağlayan farklılıklar kısmen ortaya çıkar, çünkü ilk sayılanlar bir yaşamın öznesi olma kriterine uyar, diğerleri uymaz. Bütün bu nedenlerle, bir yaşamın öznesi olma kriterinin, ahlaken etkin ve edilgin varlıklar arasında anlamlı olan, her ikisine de içsel değer atfetmeyi hem mantıken temellendirilebilir hem de gayri keyfî hale getiren bir ortaklığa atıfta bulunduğunu savunmak mümkün.

ADALET: BİREYLERE SAYGI İLKESİ

Bireyler eşit içsel değere sahipse, onlara gösterilecek muamaleyi bir adalet meselesi olarak belirleyen her ilke, onların eşit değerini göz önüne almalıdır. Şu ilke (saygı ilkesi) bu koşulu yerine getirir: İçsel değere sahip bireylere, içsel değerlerine saygılı bir şekilde davranmalıyız. Saygı ilkesi, eşitlikçi, mükemmelci olmayan bir biçimsel adalet yorumu ortaya koyar. Bu ilke, içsel değere sahip bazı bireylere (örneğin sanatsal ya da bilimsel erdemlere sahip olanlara) göstereceğimiz muamale için geçerli olmakla kalmaz, içsel değere sahip bütün bireylere içsel değerlerine saygılı bir şekilde muamele etmemizi emreder, dolayısıyla bir yaşamın öznesi olma kriterine uyan bütün bireylerin saygın muamale görmesini şart koşar. Ahlaken ister etkin ister edilgin olsunlar, biz bu varlıklara eşit içsel değerlerine saygılı şekilde muamele etmeliyiz.

Hayvanlara saygı göstermek, bir nezaket meselesi değildir, bir adalet meselesidir. Çocuklara, zihinsel gelişimini tamamlamamış olanlara, demanslı yaşlılara ya da ahlaken edilgin diğer varlıklara karşı görevlerimizin temelinde, ahlaken etkin varlıkların “duygusal ilgileri” yatmaz; onların içsel değerine saygı duyulması yatar. Ahlaken etkin varlıkların ahlaken ayrıcalıklı konumda oldukları anlayışı, mitten ibarettir.

Hayvan hakları kuramı için sunduğumuz argümanlar bunlar. Eğer bunlar sağlamsa, hayvanlar da bizim gibi bazı temel haklara sahip demektir – özellikle de, içsel değer sahibi varlıklar olarak adalet gereği hak ettikleri saygılı muameleyi görme hakkına.

Tom Regan’ın The Case for Animal Rights (1983) adlı kitabından seçilmiş bölümlerden oluşan metin
The Animal Ethics Reader, ed. Susan J. Armstrong ve Richard G. Botzler, Londra ve New York: Routledge, 2003, s. 17-21’den kısaltılarak çevrilmiştir
Birikim Dergisi ;
Tom Regan , Çeviren : Elçin Gen | (Sayı : 195 – Temmuz 2005)

Merhaba,

Merhaba, internet sayfama hoşgeldiniz.

Bu sayfamda mesleki olarak ilgi duyduğum bir alan olan Hayvan Hakları üzerine yazılar paylaşacağım. Bu yazılarımı ise ülke ve dünya gündeminde yaşanan olaylara göre şekillendirmeye çalışacağım. Analizlerimi gündeme paralel olarak yapmaya çalışacağım.

Hayvanların hukuki anlamdaki haklarıyla ilgili paylaşımlarımı umarım beğenirsiniz.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.